13 Eylül 2012 Perşembe

Kadın olmak zor


Bir Kezban muhabbeti var farkında mısınız? Kim çıkardı bu muhabbeti? Kezban deyince benim aklıma ilk olarak Hülya Koçyiğit ve İzzet Günay’ın Kezban orada, Kezban burada diye seri olan muhteşem ötesi filmleri geliyor sadece. Biri bana Kezban dediğinde veya birinin başkasına Kezban dediğini duyduğumda bozuntuya vermiyorum, itiraf edeyim :) Ama gerçekten bilmiyorum ben Kezban’ın ne demek olduğunu. Acaba kişi hem filmdeki Kezban’ın köylü haline hem de şehirli haline bezetildikleri için mi deniyor, bilemiyorum.

Merak ettim ve araştırdım biraz. Çok şaşırdım. Şaşırdığım şey sonuçlar değil de, başka şeyler. Birazdan anlarsınız. Kaynağım çeşitli forum siteleri ve ekşisözlük. Kimine gore kadınlığı ile ekstra barışık kişiye deniyor Kezban, kimine gore ukala dümbeleği, kimine gore yanına bile yaklaşılmayan burnu havada, “uff snne be slk” gibi söylemleri kendine lügat edinmiş, malum yerleri tavanda, evlenmeden olmaz modunda olan, kimine gore kültürsüz, kimine gore görgüsüz, beş liralık maaşıyla elli beş liralık hayat yaşadığını düşündüren…………… Tanımlar o kadar fazla ki. Ve dikkat de ettimde, Kezban kavramı tamamen erkeklerin saçma bir şekilde uydurması. Kadınlarla bir kuyruk acısı olan bazı/birçok erkeklerin kendilerine yediremedikleri durumlarda direct yapıştırdıkları etiket: KEZBAN. Hep bir kişiliğe saldırılar falan…

Eskiden köyden gelip de batılı yaşama ayak uydurmaya çalışan, uyum sağlamakta aşırı zorlanan kadınlar için kullanılırmış bu tabir. Doğrudur. Kezban filmlerinin moda olduğu dönemde, o filmlere ithaf etmek çok normal. Bu zamana kadar da o kadar döndürüp dolaştırılmış ki artık herkes Kezban sanki. Kişi kendinden bilir işi: ben de bu yazıyı okuduktan sonra bazı espiri yeteneği aşırı geniş ve yüksek kardeşlerimin! “Haha, Kezban’a bak lan,…….” tarzı yorumlar yapacağını biliyorum. Kalmasın içinizde, yazın bir bakalım. Birisini aşağılamak için kullandığınız Kezban lügatına bir yenisini daha ekleyin.

Son gündemimiz de Meltem Cumbul. Az çok duyan gören vardır. Evlenmiş kendisi ve geçenlerde gazetecilere alyansını göstermiş. Kayınpederi de kendisini Kezban olarak nitelendirmiş. Enteresan. Değil tabi. O yaşta bir amcanın da Kezban’ın ne demek olduğunu bilmesi çok normal! İşte efendim niye göstermiş de, gösteriş budalasıymış da, buldum buldumcuk olmuş da, kaç yaşına gelmiş de evlenmiş de, neredeyse evde kalcakmış da…vb..

En çok da bunları erkeklerin dedikodu malzemesi haline getirmesine şaşırıyorum ve acıyorum. Yuh yani! Kadınlar dedikoducu demeniz, kesinlikle kendi dedikoduculuğunuzun üzerini örtmek istemenizden. Kadının kişiliğine, başarısına, yeteneklerine laf edemediğiniz için anca böyle saçma sapan şeylerden bahsedersiniz.

Ayrıca bir kadının yine kişiliğine, yeteneğine ve başarısına laf edemediğiniz için direkt olarak görünüşüne Kezban etiketi yapıştırıyorsunuz. Yok Nişantaşı sokaklarında dirseklerinde çantayla 50 cm topuklu ayakkabılarıyla yürü(yeme)yen, yok saçı kaynaklı, yok gözü lensli, yok orası böyle, yok burası şöyle, yok kelimelerin sonunu uzatarak konuşan, sakatat ve et yemeklerine “ıyy iğrannç” diyenlere hep Kezban diyorsunuz. Kabul edilen birşey var ama; evet, toplumun bakışıyla kendi bakışını uzlaştıramayıp davranışlarını kontrol edemiyor olabiliyor bazılarımız. Başkaları gibi olabilme çabaları, isteği yok değil kimsede. Ama bu kimseye yok o öyle, yok bu şöyle, yok onun kılı, yok bunun tüyü, yok o da tam Kezban diye etiket yapıştırma hakkını vermez. 

Böyle durumlar oldukça kimilerinin karşısındakilerin isteklerine, beğenilerine gore şekillenmeleri normal değil mi? Kendini beğendirme zorunluluğu durumu ortaya çıkmıyor değil mi?

Lütfen birini eleştirekseniz de, eleştirmeden once, etiketi yapıştırmadan önce kendi etiketinizin ne olduğuna bir bakın, önce kendinizi tanıyın. İğneyi kendinize, çuvaldızı başkasına batırın.

Hoff azıcık agresiflik sezdim kendimde. Siz bir düşünün. Ben de ekstra sert bir kahve içip kendime geleyim. Daha saat 09.12! Ne bu bendeki sabah gazı yahu? :)
Görüşmek üzere


6 Eylül 2012 Perşembe

Ben de kimim?


Sahip olduğunuz şeyleri biliyor musunuz? Hayır, maddi değil, manevi şeylerinizi. Sizi siz yapan özelliklerinizi. Kim olduğunuzu ancak bu özelliklerinizi bilerek öğrenebilirsiniz, bilebilirsiniz.

Peki kimsiniz siz? Kendinize sorunca nasıl bir cevap alıyorsunuz? Isim, meslek, öz eleştiri… Bunları veriş şekliniz psikolojik haritanızı çıkarabiliyormuş bilimsel olarak. Ama şimdi bilimi bir kenara bırakalım. Ayrıca kimlik, isim bilmek gibi basit bir kavram da değil.

Aslında kim olduğumuzu kendimiz yaratırız. Hem de çok basit bir şekilde. Mesela, çok tembelim. Görünüşte basit bir söylem. Tek seferlik. Beyinde çıkan bu düşünce yacaş yavaş dile gelir, yerleşir ve bu kendi hakkınızdaki bir düşünceye dönüşür. Bu düşünce böyle hissetmeye ve sonrasında da hisse dönüşür. Sonra ise, bu yeni hissimize alışıp layık olmaya çalışırız, buna gore düzen kurarız içimizde. Bu basitçe söylemler kaderimizi etkilemeye kadar gidebilen tetikleyici söylemlerdir. Siz şu an tek bir cümleyi düşünceniz haline getirdiniz. Çirkinim, beceriksizim, başarısızım, aptalım, geri kafalıyım vs.

Tüm bu düşünceler size siz olmaktan da çıkarır. Başkaları gibi olmak istemeye başlarsınız. Başkalarının özelliklerine özenirsiniz. Neden onun gibi değilim, neden ben de öyle değilim gibi sorular yer beyninizi. Öz nefrete kadar götürür bu size. En basitinden örneği de kıvırcık saçlarımızdan bıkıp düz saçlı olmak istememiz değil mi? Veya tam tersi. Özeniriz, öyle olmak isteriz. Neden? Çünkü kendimizden bıkma noktasına geliriz. Işte bütün bunlar kendimizi iyi tanımamamızdan kaynaklanıyor. Halbuki bıktığımız kıvırcık saçın başkalarına da özendirici göründüğünü farketmiyor musunuz? Başkaları da sizing gibi saçlara sahip olmak istiyor aynı zamanda.
Örnekler basit, çok basit. Ama anlamları ve arkalarında yatanlar çok derin. Neler neler çıkar oradan, farkedebiliyor musunuz?

Herkesin bir inancı var değil mi? Kim olduğumuz konusunda da. Az once bahsettim hani olumsuz olanlar. Böyle düşünmeye devam edersek eğer, o özellikler gerçekten de yavaş yavaş kimliğimiz olmaya başlayacak. Bundan korunmak lazım. Çünkü öylesine negatif bir kimlik hayatımızı da etkiler. Bakış açılarımızı değiştirir. Önyargıları arttırır. Mutsuzluğu arttırır ve nedeni kesinlikle olumsuz düşüncelerdir.

Bu yüzden kendimize adamakıllı bir şekilde soralım: “Ben kimim?”. Iyice bir düşünün ve verdiğiniz cevaplardan, vardığınız sonuçtan memnun kalın.

Bir problem olduğunu düşünüyorsanız eğer, yıkın eski kimliğinizi. Yepyeni bir ben inşa edin kendinize. Ya da ne olmak istiyorsunuz? Karar verin ve olun.

Emin olun ki sorularınızın cevabını ararken aslında o olumsuz sıfatlara sahip olmadığınızı göreceksiniz. Yeni kimliğinizle tutarlı bir şekilde yaşamayı da öğreneceksiniz.
.
.
.
.
Yeni kimliğinize kavuştuğunuza gore, hadi artık öyle düşünüp, öyle hissedip, öyle davranmaya da başlayın. Kendi tasarımınızın ta kendisi olun.
Sevgiler :) 



5 Eylül 2012 Çarşamba

Selamlaşalım...


Yavaş yavaş insanlığımızdan çıktığımızı düşünmeye başlıyorum. Bazı kişileri gerçekten anlayamıyorum. Git gide suratsız olmaya başlamadık mı sizce?

En güzel örnek plazalarda, rezidanslarda. Farklı şirketlerden çok kişi aynı çatı altında çalışıyor. Aynı anda aynı şeyleri yapıp, aynı yerlerde bulunabiliyor. Öğlen tatili araları, çay/kahve molaları, katlat arasında gidiş gelişler, işe giriş çıkışlar… Bunların tamamında birbirimizle karşılaşıyoruz. Asansörde, merdivende, koridorda vs… Tanımıyor olabilirsiniz ama asansörde yalnız değilseniz bir selam verin. Selam vermek öldürmez.İstenilen şey zaten kara kaşa kara göze selam vermek değil, insani bir değer olduğu için selam vermek. Konuşmak zorunda değilsin. Ufak bir içten tebessüm ve günaydın, iyi günler, iyi akşamlar. Bitti. Gerçekten külfet saymaya başladık bunu ve bu gibi birçok şeyi. 

Bir de büyüklerimiz der ya hani eskiden komşuluk vardı. Komşu komşunun gerçekten külüne muhtaçtı. Şimdi öyle mi? Değil gerçekten. Çok nadir ve de. Oturduğum apartmana girip çıkarken her defasında farklı insanlarla karşılaşabiliyorum. Biri çıkarken veya girerken kapıyı tutuyorum nezaketen ki kapı çarpmasın veya dışarıda kalmasın diye. Bir teşekkür bekliyor insan haliyle. Selamlaşmak zaten yok, hiç söylemiyorum bile. Aynı kata oturduğum komşularımdan biri suratsız kadının teki. Kapıda karşılaşırsak hala insani duygularımla merhaba demeye çalışırım. Kadının umrunda mı? Kapısını kitler. Gözgöze gelmemek için çabasını gösterir. Hızlı hızlı gider. Eski komşularımızı gerçekten çok özlüyorum. Neyseki hala görüşmekteyiz.

Kimisi de kendince bir tanış grubu oluşturmuştur kendine. Başka biri umrunda olmaz. Anca kendilerine kakara kikiri. Biri yeni mi gelmiş, yeni işe mi başlamış umurlarında olmaz bunların. Yanyana geçerken göz göze gelirler, yine bir selam dahi yok.

Çok çeşitlendik gerçekten. Tanıdığı halde tanımaz tavırlar takınanlar, selam verdiğin halde gülümsemeyen, selamdan rahatsızlık duyanlar… Negatiflik, kibir, kendini beğenme, ukalalık neye yarar? Ne kazandırır? İnsani olmadığı gibi toplumsal hiç değildir. Ilişkisi bile olamaz.

Hergün duyduğumuz, gördüğümüz, şahit olduğumuz, bazen kızdığımız, bazen desteklediğimiz, bazen ayaklanmaya çalıştığımız haberler var, birşeyler oluyor. Birlik içinde olmamız gerekirken yanında bir de insanlığımızı da kaybediyoruz. Yapmayalım. Basit bir selam. Hepsi bu…

Görüşmek üzere :)

4 Eylül 2012 Salı

Hani okul yaz tatiline girer...



Girerken bir gariplik olur ama. Ohh be, sonunda tatil, kurtuldum derslerden dersin ama bir yandan da arkadaşlarını özlersin, günlerini anarsın… İşte işten istifa etmek de böyle birşey. Kurtulduğuna sevinir, bir yandan da hüzün çöker. Yaz tatiliyle arasındaki farksa, tatilin ne zaman biteceğini ve okulun ne zaman başlayacağını bilirsin. Ama bir sonraki işinin ne zaman başlayacağını bilemezsin. En önemlisi de zamamını bilememen. Ekstrem durumlar da vardır mutlaka ama genelde böyledir.

Ben de böyle geçirdim işsiz günlerimi. Ne zaman içimin rahat edeceğini bilemeden. Çünkü, diken üzerinde gibiydim. Aşırı yoğun bir iş hayatından sonar evde oturmak hiç iyi birşey değil. Özellikle benim gibi çalışmayı seven, işine aşık biri iseniz. O zaman niye istifa ettim? Daha once de bahsetmiştim. Karşı koyamadığım sabredemediğim tahammül edemediğim bazı durumlar yüzünden. Her neyse…

Işimi öylesine sevdiğim için ve boş oturduğum için korkularım vardı. Bildiklerimi unutursam, ya körelirsem, ya yapamazsam vb… Korkunç düşünceler… Bunların yanında yeni çevrem ile ilgili korkularım yoktu. (Başta yoktu yani :))

Istediğim, bildiğim, bilgilerimi ve tecrübelerimi kullanabileceğim bir işim oldu şimdi. Ben buraya bilgilerimi, aklımı ve tecrübelerimi satarak girdim. Ama nasıl kullanacaktım ki bunları? Ya ben o mülakatlarda anlattıklarımı, kanıtladıklarımı masa başına oturunca yapamazsam? Hatırlayamazsam… Ya unuttuysam? Ya’lar, varsayımlar…

Eğer şanslıysanız birlikte çalışacağınız yeni arkadaşlarınız gayet de yardımcı oluyor alışmanız için. Zaten siz işinizin ilk günü stratejik kararlar almayacaksınız ki. Kimsenin sizden böyle bir beklentisi de yok zaten. Once katkıda bulunacağınız şirketi tanımaya çalışmalısınız ki ondan sonar faydanız dokunsun. Tıpkı en yakın arkadaşlarınız gibi. Tanımadığınız, dış kapının dış mandala insanlarla iletişiminizi düşünün.

Iş konusunda sıkıntı çekmedim. Bu hafta, benim yeni iş yerimde ikinci haftam ve daha ancak bu sabah saatlerinde aldığım ilk görevimi başarıyla yerine getirmiş olmanın verdiği gururla ve mutluluğuyla yazıyorumJ. Kendime olan güvenim saniyeler içinde birdenbire arttı. Özgüven çok önemli birşey. Benim kendi özgüvenimle ilgili bazı problemlerim var. bunları halletmem lazım. Aksi halde zaten özgüvenin önemli birşey olduğunu söyleyemezdim. Ben kendimle oldukça fazla konuşuyorum ve bunun bana iyi geldiğini emin olarak söylüyorum. Çünkü birçok dosttan daha dosttur kendi benliğiniz (Yanlış anlamayın sevgili dostlarım, sözüm meclisten dışarıJ). Kim olduğunuzu sizden ve ondan başkası iyi bilemez bence. O yüzden size ufak bir tavsiye: zaman zaman kendinizle konuşun, kendi iç sesinizle sohbet edin. Iyi şeyler duyacaksınız eminim. Dışarıya veya başkalarına yansıtamazsınız belki ama, en azından kendiniz bilirsiniz.

Sıkıntılardan bahsetmeye devam edeceğim ama sıkmayacak emin olun. Sadece gerçeklerle yüzleşmemi paylaşıyorum. Korkmayın yani, hepimizin hayatında var bu tür şeyler. Yazıyorum ki belki aklınızın bir köşesinde birgün bir şimşek çakar…
Arrivederci :)