30 Mayıs 2012 Çarşamba

Öfke kontrolü

Sinirlenmek sizin için en anlam ifade ediyor? Sinirlendiğiniz zaman Hulk gibi yakıp yıkıyor musunuz yoksa sizin de siniriniz benimki gibi saman alevinden mi? Öfkenizi ne kadar kontrol edebiliyorsunuz? Daha doğrusu kontrol edebiliyor musunuz? Kontrol altına almak için neler yapıyorsunuz? Biraz psikolojik davranışlardan bahsedelim.


Kimi insan duygularını an-be-an açıkça belli eder. Sevincini, üzüntüsünü, kızgınlığını hemen yansıtır etrafına. Kimisi de benim gibi içine atar. Mesela ben birine kızdığım zaman içimde kalır o. Tepki veremem. Ama beynimin içini yer bitirir o öfke. Ve bir türlü dışa vuramam. Bu iyi değil. Böyle anlarımda beni rahatlatacak ve sakinleştirecek birşeyler ararım. Mesela Regina Spektor ve King of Convenience dinlerim. Müzikleri ve sesleri aşırı iyi gelir. Ne de olsa müzik ruhun gıdası. Bir diğer yaptığım şey de yürümektir. İstanbul'da yaşamayı en fazla deniz olduğu için sevdiğimden mümkünse deniz kenarına gider yürürüm. Bana en yakın sahil kenarı Bakırköy sahili. Hiç ahım şahım iç açıcı bir yer değil aslında ama denizin olması yeterli geliyor o an. Su sesleri de müzik tınısı olduğundan iyi geliyor. Yürürken hızımı kontrol edemem, bir bakmışım neredeyse koşacağım. Deniz bulamadım mı? Yine yürürüm. İki üç sokak dolanır gelirim veya markete pazara falan girerim. Birşey daha yaparım ki onun sonu çoğu zaman iyi olmuyor, kozmetik shoplara girerim. Dolanırım bakarım incelerim koklarım denerim ve tabi ki alırım. Çıktığımda gerçekten rahatlamış oluyorum ama kredi kartı ekstresi iyi gelmiyor :)

Konu buyken aklıma geldi. "Breakfast at Tiffany" filminde Audrey Hepburn'un böyle bir sahnesi filmin ilk sahnelerinde. Hüzün çöktüğünde ve korkuya kapıldığında taksiye atlayıp Tiffany'ye gidiyor. En kısa yoldan sakinleştirici bir yöntem onun için. Hazır konu açılmışken, Audrey Hepburn'ü çok severim. Neredeyse tüm filmlerini de izledim. Bazılarını birkaç kere izledim. Bu film de onlardan biri. Bir sonraki yazımda ona olan hayranlığımdan bahsedeceğimi not ettim defterime şu an.

Peki sizler neler yapıyorsunuz böyle durumlarda? Bilimsel olarak nefes alma egzersizlerinin bu hisleri kontrol altına almadaki başarısı kanıtlanmış. Çok basit ve enteresan değil mi? Bir gün içinde yetişkin bir insan ortalama olarak 23 bin kere nefes alır. Ama bunun çok çok çok çok çok ufak bir bölümünü belli bir kurala göre uygulayınca sonuç hayret verici. Yemeye saldırdığımız anlar bile olabiliyor. Bunun da bilimsel bir açıklaması gelmiş. Sinirlendiğiniz zaman yiyebileceğiniz 5 adet yiyecek var. Siyah çikolata, bitkisel çaylar, meyve, Guakemole ve kuşkonmaz. Dördü tamam da Guakemole ne? Şuymuş: Bir Meksika mezesi. B vitamini deposu. Tarif: 2 avokadayı soyun. Çekirdeklerini çıkartarak 4’e bölün. Yoğurt, maydonoz, limon suyu, sivri biber, soğan ve sarımsağı bir kaba avokadolar ile birlikte koyun. Hepsini iyice ezilene kadar karıştırın. Bunun için mutfak robotunuzu kullanabilirsiniz. Sonrasında 2 domatesi küp küp kesin, ve hazırladığınız karışımın içine ekleyin. Buzdolabında yaklaşık 1 saat beklettikten sonra çıkarın ve işte muhteşem bir stres düşürücü lezzetiniz hazır. Bu işkenceye gerek yok, bence direkt olarak çikolata ya neyse :)

Kimimiz sessiz bir ortama gidip çığlık atıyor, kimisi sigaraya dadanır, kimisi yastık yorgan yumruklar -duvarı yumruklamaktan iyidir-, kimi gider küfür eder vs....

Sonuçta bu yapılanların hepsi kendiniz için. Siz kendinizi rahatlatmak için birşeyler yapıyorsunuz. Ruhunuzu rahatlatmak için. Yani sadece kendiniz için. İnsanın kendisi için yaptığı her şey iyidir. Çünkü bu kişisel saygıdır. Önce kendine saygısı olmalı insanın ki başkasına da olsun deyip de dallanıp budaklanmayalım :)

Saygıyla kalın..

29 Mayıs 2012 Salı

Güleriz ağlanacak halimize...

Her gün yeni bir "Gün geçmiyor ki...." olayı =)

Geçenlerde sevdiğim bir köşe yazarının yazısını okurken ben de bununla alakalı bir yazı yazmalıyım diye düşündüm.

Enteresan bir milletiz yahu! Memleketimden bazı insan manzaralarını paylaşmak istiyorum.

İlk olay Pendik kaymakamlığından. Okuma yazmaya teşvik amacıyla birkaç yere pankartlar asmış. Pankartlarda yazan yazı "Okuma yazma bilmiyorsan en yakın eğitim kurumuna başvur." İyi yanından bakalım sosyal sorumluluk için iyi bir adım :)

Ev taşıma işi -bilenler bilir- hayattaki en zor işlerden biridir. Koli koli eşyalar, o koliler toplanırken ortaya çıkan ıvır zıvırlar, taşınınca açılan koliler ve nereye konulacağı bilinemeyen yine ıvır zıvırlar.. Hee bir de büyük eşyalar var tabi. Sağolsun nakliyeci abiler sırtlarında taşıyolar hepsini. Abi-kardeş olan bir çift kardeş müstakil evlerinin üst katından alt katına çeşitli eşyalar taşımak istemişler. Taşıma işiyle uğraşılmasın, yorgunluk olmasın diye de üst kattan eşyaları biri atmış, aşağıdan da diğeri tutmuş şeklinde hallediyorlarmış. Sıra buzdolabına gelmiş ve aynı mantıkla üst kattan aşağı atılmış buzdolabı. Hadi o atılmış da be adam sen aşağıdan neden tutmak istersin buzdolabını orası ayrı. Yaralanmış tabi. İzmir'de yaşanan bu olayımızın kahramanları ise Rizeli...

Bir diğer manzara Kayseri'den. Adamımız arabasıyla yolda giderken direksiyon hakimiyetini kaybedip demir yoluna giriyor. Ama bu durumu farketmiyor. Karşıdan gelen treni araba sanıp sellektör yakıp yol istiyor bu adam. Gelen arabanın!!! son anda tren olduğunu farkedip kendini arabadan zor atıyor. İyi tarafından bakalım, adam alkollü. Kendini kurtarmış da araba hurda tabi. Arabadan kendini nası attığını merak etmekteyim. Alkol deyip geçelim.

Şimdiki haberimiz hangi şehir olduğunu bilemediğim bir yerden. Bir müze ören yeri girişinde bilet gişesinde camekanlar olur ya yarım ay şeklinde hani, para-bilet alış verişi için. İşte o bölmenin sol tarafında ücret Türkçe yazıyor: "Giriş bir milyon." Hemen sağ tarafında da İngilizcesi "Entrance 12.000.000". Neyseki Türkçe bilmiyoruz! Bu tür bir şeye Galata kulesinde de rastlandığı söylentiler arasında.

Daha o kadar enteresan olaylar var ki yurdum insanında. Hayalini kurup alamadığı kamyon markasını kızının adı olarak koyan (BMC koymuş kızın adını) mı dersin, orman yangınında hatıra fotoğrafı çektiren mi dersin.. Arkadaşına şaka olsun diye makatına kompresörle hava veren ki o kişi de diğerine daha önce aynısını yapmış, e tabi intikam soğuk yenen bi yemek, kompresör havası kadar soğukkk

Ne denir ki? Yaşşa len Türk insanı :)


16 Mayıs 2012 Çarşamba

Kıpır fıkır kıpır fıkır..

Artık bahar geldi. Her taraf mis gibi iğde ağırlıklı mis gibi kokuyor. Çimler budanmaya başlandı bile. Ağaçlardaki karbeyaz çiçekler, pırıl pırıl güneş, denizdeki mavinin turkuvazı ve şıkır şıkırlığı, havadaki parlak mavi o kadar cıvıl cıvıl ki... Yaz resmen kapıda olduğunu hissettiriyor. Ben en çok geçtiğimiz günlerde geçirdiğimiz Erguvan günlerini doya doya dışarıda gezerek yaşadığıma seviniyorum. Morun tatlı tonundaki erguvan ağaçlarını özellikle boğaza nazır doyasıya izlemek gerçekten büyük bir keyifti benim için.




Dükkanlar yaz sezonlarını zaten çoktan açtı. Rengarenk kıyafetler, aksesuvarlar göz alıyor. Vitrinlerde gördüğüm herşeyin o an benim olmasını diliyorum sürekli. Kredi kartımla doyasıya alsam hepsini, hesapsızca -tabi limitsizce- alışveriş yapsam... Ama o kartı ben ödemesem... Havadan şak diye ödense... Sonra bi baksam aaaa sıfır borç :) Off Allah'ımmm hayali bile muhteşem :)

Üniversitelerde bahar şenlikleri başladı (hatta bitiyor). Hal böyle olunca yani bahar içimizde olunca insanın canı ders çalışmak da istemez. Herkes dışarda. Kafeler balkonlarını, teraslarını, bahçelerini iyice açtı. Artık içerilere kapanmak yok. Hele ki İstanbul gibi bir şehirde yaşıyorsak eğer, tadını doyasıya ve fazlasıyla çıkarmak lazım. Adalar'a gitmek lazım mesela. Fazla sıcaklar bastırmadan en güzel zamanları bu zamanlar. Fazla kalabalığa yakalanmamak için de hafta içi yapmak lazım ada kaçamaklarını. E yine hal böyle oluncaaa insanın içi kıpır kıpır oluncaaaaa yeni heyecanlar, yeni aşklar istiyor canı :) 





Aşkını zaten bulmuş olan, doya doya yaşıyor olan napsın peki? Evlensin :) Evlenmiyorsa bile ilk adımlarını atsınlar artık. Facebook listenize bir bakın. Artık evliliğe adım atanlar listesinin oluştuğunu hatta gün geçtikçe arttığını rahatlıkla göreceksiniz. E çevrede böyle mutlu çiftler görünce insanın evlenesi de gelmiyor değil. Şimdi düğün için yapılan hazırlıklar öyle gelişti, öyle güzelleştiki. Özellikle artık fotoğraf çekimleri harikulade yapılıyor. Fotoğrafçılar düğün/nişan gününü sabahın erken saatlerinden gece bitimine kadar hiç bir anı kaçırmadan ölümsüzleştiriyor. Sırf fotoğraf değil, video çekimleri de yapıp bunları sizin seçtiğiniz müziklerle kısa film haline getirip sunuyor. Yine sizin seçtiğiniz albümlerle ve değişik seçeneklerle muhteşem özel gün çekimlerinizi profesyonelce alabiliyorsunuz. Birkaç yakınımın facebookta paylaştığı fotoğraflardan yola çıkarak bu işi biraz araştırınca değişik çalışmalara rastladım ve çok çok çok beğendim. Sırf o çekimler için bile evlenilir :P


 
Neyse, fazla dalmayalım bunlara şimdi. Evlilikten önemli şeyler var şu an. Mesela iş bulmak gibi. Konu nasıl da sıkıcı bir hale geldi bir anda?!! :/

O zamannnn önce iş sonra aşk deyip vedamızı edelim :) Hadi iyi baharlar :)



15 Mayıs 2012 Salı

.........ship ??

Yakın zamanda bu silsileleri bir kitap haline getirsem mi acaba? diye düşünmeden edemiyorum. Çünkü kızdığım ne çok şey varmış benim. Kendime kızdığım noktalar da yok değil. Ben böyle yazıyorum ya kızgınlığımı, neden bunları içime atıyorum ki? Neden söyleyip de o an anlık olarak rahatlamıyorum? Anlık ya belki ondan. Benim sinirim saman alevi gibidir. Çabuk parlar, çabuk söner. O yüzden hadi yine iyisin ey insan :)

Neden biz birşeyler paylaşmak için birilerine ihtiyaç duyarız? Kimlere mesela? Anne, baba, abla, kız kardeş, arkadaş, dost.... Kimi her şeyini ailesiyle paylaşır; kimi arkadaşlarıyla. Herkesin paylaşacağı şeye göre, arasındaki ilişkiye göre paylaşımda bulunduğu kişinin kim olduğu farklıdır. Ben şimdi arkadaş üzerinden gideceğim.

İnsanın neden arkadaşı olur? Güzel anlarını, mutluluklarını, sevinçlerini, mutsuzluklarını, kötü günlerini, hayal kırıklıklarını, en acı günlerini, vb. gibi sayamayacağım o kadar çok şeyi paylaşmak içindir arkadaş. Paylaştıkça güzelleşen arkadaşlık ilişkileri de uzun süreli olur. Kendi yaşadığımız anları paylaşmaktan çıkıp, beraber vakit geçirmeyi paylaşmaya gider ilişki. Beraber bir yerlere gidilir; filmler tiyatrolar izlenir; tatillere çıkılır... Bu anlarda da güzel paylaşımlarda bulunulur. Arkadaşlık böyle birşeydir. Birşey paylaşmayı sevdiğin insan, senin arkadaşındır.

Buraya kadar herşey güzel ve normal. Arkadaş, hatta dostun olarak nitelendirebileceğin birinin varlığına sahipsindir. Fiziken yanında olmasa da varlığını sana hissettirir. Telefon kadar uzaktır çünkü. Sesini duyar, rahatlarsın, mutlu olursun. Aranızda kimse yoktur. Çünkü aklı başında bir insan arkadaşlığının arasına kimseyi sokmaz. Birçok arkadaşı olabilir, ama hepsiyle paylaştığı şeyler farklıdır. Kimi okuldan arkadaşıdır; kimi çocukluktan; kimi işyerinden; kimi de biri vasıtasıyla tanıştığı biridir. Belki içlerinden biri sevgilisidir. Arkadaşıyla arasında olmamalıdır sevgilisi veya sevgilisiyle arasında olmamalıdır arkadaşı. Herşeyi sevgilisi olmaya başladığında o insan, arkadaşını unutur; araya mesafe koyar; bahaneler bulmaya başlar. Hani sevgilisinden önce arkadaşı vardı onun? Hani dostluklar hiç bitmezdi, bitirilemezdi, kimse araya girmemeliydi? Hani iyiki vardı o arkadaşın? Hani iyiki tanışmıştın onunla? N'oldu?

Sevgilisi yokken tüm hayatı arkadaşları olan biri, sevgilisi olduğunda arkadaşa "ByeBye" dememeli ya. Çünkü sevgilin geldi ama birgün gidebilir; arkadaşınsa zaten vardır ve hep olacaktır. Giderse de bir daha geri dönmesi çok zordur. Bence hiç dönmemeli ya neyse! Bu resmen "satış"tır. Sen birini biri uğruna terk etmişsindir. Aldatmışsındır. Kandırmışsındır.

Peki arkadaşa n'olur? O da yazık garibim zavallım onun yakınlığını, sıcaklığını, samimiyetini ister, bekler. Boşa bekler. Azcık aklı varsa beklemesin zaten. Şundan da emin olsun ki o birgün geri mutlaka dönecektir.

Bu seferki kızgınlığım buydu. İtiraf edeyim, zaman zaman bu kadar kızmama rağmen bunu da unutuyorum. Fakat, sonra hemen "Yooo diyorum, kendine gel. Gerçekten üzüldün sen. Bunu unutman mümkün değil."


Ama yine de giden gidiyor, kalansa öylece kaldığıyla kalıyor. N'olduğunu anlayamıyor, anlam veremiyor. Öylece söylenip duruyor. Göstermese de bir umut içinde bekliyor...


14 Mayıs 2012 Pazartesi

Silsileler içinde...

Gün geçmiyor ki insanların tuhaflıklarıyla karşı karşıya kalınmasın. Yaa bana mı çok batıyosunuz yoksa siz zaten çok fazla mısınız? Neyin peşindesiniz?

Sahip olduklarınla kendi kendine övüneceğine, şükredeceğine, karşındakini ezercesine her yaptığın b*ku ona anlatman/gözüne batırman neden? Nedir bu bencillik? Yine mi bencillik? Amaaaann, ne kadar bencil bi insansın sen yahu! Sana daha önce zaten bencil olduğunu söylemiştim, neden dur durak bilmiyosun? Çıkardığın ses benim sessizliğimi yenemiyor değil mi? Galibiyet mi, mağlubiyet mi anlayamıyorsun? Hahaha! Peki, hoşuna mı gidiyo benle hiç adil olmayan bu şekilde savaşmak? Savaşma, seviş ey dostum.  

Gün gelir sen o sahip olduklarını tek tek kaybedersin veya hevesin geçer bir kenara atarsın bilemiyorum ama sonuçta kaybedeceksin. Haksız rekabetin sonu iyi değil. Hukuki ve cezai yaptırımları var :P

Ama ben senden daha güçlü olduğumu düşünüyorum. Senin sebep olduğun kriz anlarıyla ben başaçıkabiliyorum. Halledemeyen sensin. Güya egonu tatmin ettiğini zannediyorsun. Doğru, ediyorsundur. Ego nedir peki? Benim için ego, insanın özgüveninin, özsaygısının oluşturduğu iç dünyasıdır, kimliğidir, kişiliğidir. Sen hayatını maddiyat üzerine kurduysan eğer, kusura bakma biraz ağır olacak ama senin egon sahip olduklarının maddi değeridir. Gelip geçici birşeydir yani. Sen paranı tatmin ediyosun bu durumda. Paran=egon. Yani değerini biçiyorsun. Değersizsin. Ben bu durumla nası başa çıkıyorum biliyo musun?  Mesela kafana çivi çakmayı bile düşündüm, ama daha kötü bir şeye karar verdim; Seni görmezden geleceğim.  :))  (The Libertine)