4 Haziran 2012 Pazartesi

Otoban Manzaraları

Otobanda durmak veya duraklamak yasaktır! Trafik kurallarına göre tabi. Yasaklar delinmek içindir ya, otobanda duruyoruz o yüzden.

Yer: Silivri-İstanbul otobanı.
Zaman: Her cumartesi+her pazar

Çok sıklıkla kullandığım yoldur bu otoban ve her pazar akşam dönüşümde en az 10 araba görürüm otobanda sağa çekmiş dörtlüleri yakmış araçları. Aslında lafım durmalarına değil, ne yaptıklarına. Bazılarının tabi şahit olmuyorum an an ne yaptıklarına da, araçtan inmiş 3-4-5 kişinin ayakta neler konuştuklarını çok merak ediyorum be yahu. Arabanda konuşamıyor musun? Bu konu arabada konuşulmaz deyip de mi çekiyorsun sağa? :) Bunlardan bazılarının bagajları açık oluyor. Uzun yoldan geliniyor belli, karınlar acıkmış, yolluklar çıksın.. Tahminimce tabi. Bu türlerin bir de bariz piknik yapan şekilleri var ya neyse. 70 derece eğimli çayır çimene serilmiş piknik örtüsü, o örtünün etrafına daire şeklindeki oturma biçimi, vs... Bazı araçların niye durduğu ise belli. 5 metre ötesindeki araç sürücüsü veya her kimse, saklandığını sanarmışçasına yeni dikilmiş bir ağaç fidanına doğru dönük olduğundan ne yaptığı belli. Yuh ya, utanmazsın belli!!! Kimse görmüyor zaten seni orda, yola devam. Bazıları da kendileri yerine çoluk çocuğuna aynı işlemi yaptırıyor. Bugün de an be an şahit olduğum şeyse, mide bulantısını yatıştırma işlemi. Araç ani bir şekilde kırdı sağa direksiyonu, yaktı dörtlüleri, sağa çekti durdu. Aracın durmasıyla arka kapıdan 15-16 yaşlarında bir delikanlı öğürerek fırladı resmen. Nası dikkatli baktıysam, o çene kaslarının kasılma hareketleriyle beraber ağzından çıkan tanımsız maddeleri saniye saniye görüntüleyip beynime işledim. Bir daha asla unutmayacağım görüntülerden biri oldu bile.

Bu otoban manzaralarının içerisinde bir de farelerden birkaç görüntü vermek istiyorum. Bunlar seyir halinde olanlar. Hani arka koltukta otururken dışarıyı izlersin ya, yanından vızır vızır geçen araçların içlerinde ayrı birer hayat olur. Belli ki ailecek gidilen haftasonu gezmesinden dönüyor herkes. Sıkılmış bir şekilde müzik dinleyen, elinde kitap test çözen... Genelde dediğim gibi dışarısı izlenirken işte yanlardan geçen araçların yine aynı şekilde arka koltuklarında oturan şahıslarla göz göze gelinir. Amaaaa bir araç tipi var ki bu anlatılmaz, yaşanır. Modifiye şahin görünümlü doğan veya tam tersi araç. İçi ağırlıktan yere yapışmış, bir de arka koltukta birbirlerinin omuzlarına kollarını sarmalamış olan tipler var. Ön yolcu koltuğunda yayılmış ve kolların teki camdan sarkmış tipler. Nedir bunlar kimdir? Apaçiler diye tanımladığımız grup sanırım. Bu araçların yanından geçerken eğer önceden farkederseniz lütfen gözlerinizi muhattap etmeyiniz. Çünkü bu grup "Aha insan gördüm." muamelesi yapar size bakışlarıyla. Ardından da araçtaki diğer grup ile kakara kikiri içine girer, gözler sizde. Bu baktığı kişi hele ki bir de bayansa vay anam vay! :) İstanbul şehir içi trafiğinde bu durum sıkıştırmaya kadar varabilir ki karşılaşmadığım durum değildir. Cıstak cıstak müzik çalan, yerle adeta yapışmış bir şekilde ilerleyen, modiyife ola ola modelden 180 dereceyle sapmış, ayrıca arka camda çeşitli mesajlar içeren yazılar bulunan araçlarla karşılaşmak hiç de şaşırtıcı değil.

Değişik enstanteneler deyip şimdilik burada kapatıyorum. Bu konuyla ilgili olarak dışarıda gözlemlediğim birkaç durum daha var. Onu da bu yazının devamı olarak ilerleyen zamanlarda yayınlamayı düşünüyorum. Kendimce yazı dizileri mi oluşturuyorum ne? =)





1 Haziran 2012 Cuma

Audrey Hepburn

Daha önce Audrey Hepburn'den bahsedeceğimi söylemiştim. Kimmiş bu asalet? Belçika'da 1929 yılında doğmuş. O dönemlerde yaşadığı için alışık olduğumuz bir tarz çocukluk geçirmiş. Üvey baba, nazi işgali, göç, vs... Ama akıl fikir sinemada oyunculukta. N'apıp edip oyuncu olmalı. Londra'ya gidip  baleye başlamış, sonra modellik ve sonra mutlu son... İlk film. Young Wives Tale ve sonrasında yükselişe geçer; gelsin sinema, gitsin sinema. Her filmiyle adından söz ettirmiş, her filmiyle büyük başarılara imza atmış, Oscar dahil birçok ödüle sahip değerli insan. Ayrıca çocuklara olan düşkünlüğü, sevgisi, ve yüksek duyarlılığı onu o zamanın en büyük yardımseverlerinden biri yapmış. Hayır kurumlarında aktif rol oynamış.

Ben tekrar bir kontrol ettim de en iyi nitelendirilen 10 filmiyle beraber bi 10 tane daha izlemişim sağdan soldan. Biraz balık hafızalı olduğumdan filmleri net olarak hatırlayamıyorum. Ancak youtube'dan falan biraz bakıyorum da sonra aaaa bu o filmdi aaaa bu şu filmdi diyebiliyorum. Böyle böyle bayağı izlemişim yani. En bilindik filmi Breakfast at Tiffany olmasına rağmen ki çok güzel bir fimdir, benim en sevdiğim filmi "Two for the Road". Tapılası güzellikte olduğu film. Zekice yazılmış senaryosu inanılmaz komik diyaloglarla geçiyor. İlişkilerin her türlü durumunu çarpıcı bir şekilde insanın gözüne gözüne sokuyor. Birkaç kere izledim. Bazen canım sıkkın olduğunda uykuya gülerek mutlu bir şekilde dalayım diye sit-com dizileri açarım. Bu film de açtığım nadir filmlerden.
Filmlerin konularının ne olduğu ile hiç ilgilenmedim diyebilirim. Çünkü her filminde ayrı bir keyif alıp, ayrı bir eğleniyorum. Ve izlerken tekrar tekrar büyüleniyorum. Şimdi balık hafızama tekrar sordum ama şu ana kadar bana bu kadar zarif, bu kadar asaletli, bu kadar güzel, bu kadar hayranlık uyandıran biri var mıydı diye. Yok dedi.
Audrey Hepburn bu kadar başarılı kariyeriyle gözler önünde olduğundan, özel hayatı da sürekli gündemdeymiş. Fırtınalı aşkları, sorunlu evliliği ve iki çocuğuyla kendinden çok bahsettirmiş. Oynadığı bunca film ve bunca şaşaalı özel hayatından sonra inzivaya çekilmiş ve çok özel projelerde yer almış sadece 1990'dan sonra. Zaten günümüzün moral bozan, can sıkan hastalığı kanser yüzünden de 1993 yılında, 64 yaşındayken veda etmiş bizlere.

50'lerin ve 60'ların efsane isimlerinden olan bu varlık, yüzünden hiç eksiltmediği kakülleri, hep aynı olan göz makyajı, narinliği, zarifliği, iri güneş gözlükleri, uzun ağızlıkla içtiği sigarası, kibar saç topuzu... Giydiği her kıyafet üzerinde ayrı bir güzel duruyor. Başkası giyse öyle durmaz. Bunca şeyin aynı bedende buluşması imkansız yaa. Ama gerçek işte. Bence gelmiş geçmiş en güzel kadın diyebileceğim biri. Bu arada gerçek ismi "Edda Van Heemstra Hepburn-Ruston".

"- As you grow older, you will discover that you have two hands; one for helping yourself, the other for helping others.

- For beautiful eyes, look for the goods in others; for beautiful lips, speak only words of kindness; and for poise, walk with the knowledge that you are never alone.

- I believe in manicures. I believe in overdressing. I believe in primping at leisure and wearing lipstick. I believe in pink. I believe that laughing is the best calorie burner. I believe in kissing, kissing a lot. I believe in being strong when everything seems to be going wrong. I believe that happy girls are the prettiest girls. I believe that tomorrow is another day and I believe in miracles.
- I've been lucky. Opportunities don't often come along. So, when they do, you have to grab them.

- When you have nobody you can make a cup of tea for, when nobody needs you, that's when I think life is over.

- There is more to sex appeal than just measurements. I don't need a bedroom to prove my womanliness. I can convey just as much sex appeal, picking apples off a tree or standing in the rain.

- The beauty of a woman must be seen from in her eyes, because that is the doorway to her heart, the place where love resides. And the beauty of a woman is not in a facial mode but the true beauty in a woman is reflected in her soul. It is the caring that she lovingly gives the passion that she shows. The beuaty of a woman grows with the passing years." ............. Söylediği bu cümleler benim hoşlanıp seçtiklerim.. Efsaneleşmiş daha nicesi var tabiki.


İşte böyle. Bakıp izleyip hayran kalmamak elde değil. Böyle hayran olduğum kişilerle ilgili yazılarıma devam edeceğim. Bir sonraki ismim yine efsanelerimden Bob Marley ile görüşmek üzere.