22 Ocak 2014 Çarşamba

Hatıra diye bir şey var

Neredeyse bir yıldır boş kaldı burası. Hiç ilgilenmedim, ama hiç. Gerçekten bir kere açıp da bakmadım bile. Okul, iş, sosyal hayat, özel hayat derken aklıma bile gelmedi çünkü. Geldiyse de dediğim gibi, hiç açıp da bakmadım. Burayı açıp bakmadım ama yazılarımı boşlamadım. Bu süre içinde sürekli yazdım. Bu yazım daha önce yazıp sakladıklarımdan değil. Gelişigüzel yazıyorum. Aklıma geldiği şekilde. Şu an yani.
 

Şimdi yazarken nedense imla kurallarına dikkat etmeye çalışıyorum, özellikle bağlaç olan –de’nin yazımına. Yazacağım her cümlede sanki –de’yi kullanmalıymışım gibi hissediyorum. Çünkü başka okuduğum her şeyde çok dikkat ederim buna. Bununla ilgili yazılan yazıları bile bayıla bayıla okurum. İşi iyice geyiğe vuruyor şimdi bazı siteler. Her neyse, yazım kurallarında sıkıntım yok zaten. Ancak, noktalama işaretleri için aynı şeyi söyleyemem.

Şimdi nereden girdim bu konuya bilmiyorum. Yazarken yazasım geldi diyelim. Gelişigüzel… Biraz tuhaf tabi. Yazarken yazasım gelirim, konudan konuya atlarım. Düşünürken de öyle. Nasıl bir beyin var anlamıyorum ki. Beynim sanki kocamış bir çınar ağacı (bkz: yan taraf).
Meşhur nöron hücrelerimi onlara benzetiyorum. Kökten bir başlıyorum düşünmeye, binlerce dal budağa bölünerek düşüncelerimi oluşturuyorum. Mesela birileriyle laf arasındayken kulağıma bir şey geliyor. Bu şey, nasıl gidiyorsa taaaaaaa “onunla” bilmem ne zaman yaşadığımız bir anıyı hatırlatıyor. Sonra bu şey gidiyor annemin dıdısının dıdısına ait bir şey hatırlatıyor. Olmadı okulda bir yerlere gidiyor falan. Yani “and the oscar goes to…” durumu. Ya da mesela youtube’da vakit geçsin diye rastgele bir şeyler izliyorum. “Onun” zamanında her ne dinlediysem veya izlediysem, alçak yuutub çat diye onu ve benzerlerini öneriyor bana. Haydaaa! Tam böyle keyfe gelmişim, yüzüm gülmüş, kafa dağılmış derken olacak şey değil. Sonra çınar ağacı vakasını başlatıyorum, hadi bakalım. Kendi kendine tesellilere başlanır, “zaman her şeyin ilacı” veya “hayırlısı olsun/oldu” veya “kısmet değilmiş” yalanları söylenir. Ulan bu işin hayırlısı nerede o zaman? :) Hep mi hayırsızı yaşanır? Içlerinde en iyi “gideri olan” yine de zaman bence. Çınar ağacı modeli beynimle düşündüğüm zaman günbegün çekilen şeyin (acı, ızdırap, hüzün, üzüntü, vb) azaldığını da görebiliyorum. Bir de şu yağmur yağınca birdenbire ortaya çıkan şemsiyeciler gibi anılar da çıkmasa, gözümün önüne gelmese iyi olur tabi. Bunu dedim ya, hayatımda olmazsa olmaz bir dostumun “onun” adını zikrettiği teselli mesajı anında geldi iyi mi? Boşuna yazmıyorum işte bunları. Hepsinin bir sebebi var :) Hayatta her bitişin aslında başka bir şeyin başlangıç sebebi olduğu gibi.

Biraz hüzünlü bir başlangıç yaptım ama bu cehennemde yanıyorum demek değil. Dedim ya az önce, ilacım var: zaman. Hüzün de demişken aklıma nereden geldiyse Mirkelam’ın şarkısı geldi. Yazdıklarımla bağdaştırmıyorum. Hiçbir alaka kurmuyorum. Sadece şarkı güzel. Nostalji sonuçta. 90’lı yılların ortaları yanlış hatırlamıyorsam. Hayır. Şimdi kontrol ettim. 98 yılıymış. O yılların en masum, en içli, en temiz şarkılarından biri bence. Unutulduğunu zannetmiyorum. Sözlerinin de birçok kişinin ezberinde olduğundan eminim. E o zaman bir dinleyelim ve bir sonraki yazıda görüşelim :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder